Nisyros
Ege sahillerimize komşuluk eden Oniki Adalar’ın orta kuşağında, Kos ile Tilos arasında yer alan volkanik bir ada olan Nisyros’a, eşimle, 12 Eylül 2019 günü öğleden sonra Kos’tan hareket eden Dodekanisos Seaways’e ait gemiyle 50 dakikada ulaştık.
Geminin yanaştığı adanın merkezi Mandraki limanının ön görünüm bölgesinde ilk gözümüze çarpan, sahili çevreleyen siyah renkli kayalardı. Liman çıkışında bilet acentaları ve kiralık araç ofisleri ile bir banka ve bir kafe bulunuyordu. Kordon boyunda ise Romantzo, Brothers, Haritos gibi az sayıda otel ile lokanta ve kafeler yer alıyordu.
Mandraki’deki otel
Adada ilk işimiz Manos Rent a Car’dan bir araç kiralamak oldu. Ofisi babası ile işleten Popi adlı genç hanım harita üzerinde gezilecek görülecek yerleri işaretledi. Babası da motosikleti ile önümüze düşüp kalacağımız otele kadar bize eşlik etti. Limandan sağa doğru ilerleyip yolun sonundaki Piccolo cafe önünden sola döndüğümüzde 5-6 dakikada ulaştığımız Porfyris Otel’e eşyalarımızı bırakıp çıktık. Amacımız bir an önce denize girip yorgunluk atmaktı. Mandraki’de deniz dalgalı olduğundan, sakin bir kumsal bulmak üzere arabayla limanın sol tarafına doğru gidip Gialiskari boyunca ilerledik. Yol boyunca gözümüze çarpan tek soluklanma yeri olan Oasis Cafe önünde aracı park edip, karşısındaki siyah kum ve minik çakıl taşlarıyla kaplı kumsaldan denize girdik. Deniz hafif çırpıntılıydı ve birden derinleşiyordu, bizden başka yüzen kimse de yoktu. Suda fazla kalmayıp kumsalda yürüdük, yanımızda getirdiğimiz ara öğünlük bademleri atıştırırken sahile gelen iki turist genç kıza da ikramda bulunduk ve sonradan onların da bizim otelimizde kaldıklarını öğrendik. Oasis cafede kahvelerimizi içip otele döndük.
Paloi’deki restoran
Akşama doğru tekrar yola koyulup limandan sola doğru bir kilometre ilerleyerek, adanın kuzey doğusunda yer alan ve halkı balıkçılıkla geçinen Paloi (Pali) köyüne vardık. Burası aynı zamanda teknelerin demirlediği güvenli bir koy. Denize karşı dizili balık lokantalarının çoğu aile işletmesi.
Paloi’de, Bodrum’daki Kısmet Lokantası’nın sahibi olan ve tavsiyelerine her zaman güvendiğimiz dostumuz Orhan Dumanlı’nın önerdiği Aphrodite Restoran’ı bulup, burada güzel bir akşam yemeği yedik.
Çalışkan, becerikli bir annenin mutfaktaki işleri koordine ettiği, kızlarının ve yeğenlerinin güler yüzle servis yaptığı Aphrodite’deki akşam menümüzde ançüez, sebzeli balık çorbası, buharda sarımsak soslu midye, ızgara sardalya ve zeytinyağlı enginar ile tatlı olarak çikolata soslu panacota ve sütlaç vardı.
Otele döndüğümüzde aracı kapıya park edip Mandraki’nin Arnavut kaldırımı döşenmiş sokaklarını yaya olarak dolaştık. Otelin biraz ilerisindeki küçük meydanda lokanta ve kafeler vardı. Dar sokaklar boyunca taş evler ile düz damlı, tek veya iki katlı beyaz badanalı evler sıralanmıştı.
Bazı evlerin önünü mozaikler süslüyordu. Evlerin bir kısmı begonvillerle sarılıp sarmalanmıştı. Volkanik toprağının çok bereketli olduğunu öğrendiğimiz ada yeşil bir bitki örtüsüne ve her türlü tarım ürününe sahip olsa da çiçek çeşitlerinden yana pek zengin görünmüyordu.
Kale ve manastır
Adadaki ikinci günümüzde, otelde yaptığımız vasat denilebilecek kahvaltı sonrası erkenden yürüyüşe çıkıp bir savaş anıtının yer aldığı kıyıdaki meydana doğru indik.
Denize hakim bir tepede yer alan 14. yüzyıldan kalma ve içinde Moni Panagia Spilianis manastırını barındıran Şövalyeler kalesinin yakınlarına kadar tırmanıp fotoğraf çektik.
Kale günbatımı manzarasının iyi izlenebileceği bir konumda yer alıyor. Kalenin arka cephesinde kalan koyda, yaşlıca bir kadının güneşi karşılama ritüelini yerine getirişine de tanık olduk. Daha sonra Kouziva kafede kahvelerimizi içip, koyu boydan boya dolaşarak otele döndük.
Emperios köyü
Bu kez arabayla yola koyulup yine Mandraki limanının sol tarafından iç kesimlere yöneldik ve nar, incir, zeytin, meşe palamudu ağaçlarının çevrelediği yollardan geçerek adanın iki tepe köyünden biri olan Emporios’a vardık. Köyün ünlü termal su mağarasını bulup, içine girmesek de dışarı taşan buhardan sıcaklığını hissettik.
Stefanos krateri
Santorini’den de geçen volkanik bir hatta yer alan Nisyros’a gelip de volkanik krateri görmeden ayrılmak olmazdı. Biz de Emperios’tan sonra rotamızı Stefanos kraterine çevirdik. Kişi başı 3 euro ödeyerek girilen krater sahasından etrafa kükürt kokusu yayılıyordu. Çevresi lav tepeleri ile çevrili kratere dik patikalardan inip çıkmayı gözümüz kesmeyince, fotoğraf çekmekle yetindik.
Biz çıkarken birkaç otobüs peş peşe, sonbahar turistlerini kratere getiriyordu. Volkanının yarı aktif olduğu belirtilen Nisyros’u, dünyanın her yerinden bilim insanlarının da ziyaret ettiğini öğrendik.
Mitolojide Nisyros
Mitolojiye göre Denizler Tanrısı Poseidon, savaşçı bir deve öfkelendiğinde, Kos’tan kopardığı bir parçayı fırlatmak suretiyle onu denizin dibine batırmış ve Nisyros bu şekilde oluşmuş. Adadaki volkanın püskürmesi ile duyulan ses, aslında kızgın devin acı çığlıklarından başka bir şey değilmiş. Volkan 1422’de şiddetli bir şekilde patladığında, dev bir krater ortaya çıkmış. Dört kez alev püskürten volkan en son 1888’de çok şiddetli olmayan bir patlama sonucu küllerini etrafa saçmış.
En güzel köy Nikia
Kraterden sonraki ziyaret noktamız, çakıl taşlı mozaikleri ve renkli mimarisiyle adanın en güzel köyü olarak gösterilen Nikia idi. İlk işimiz köyün girişindeki Volkan Müzesi’ni ziyaret etmek oldu, burada Nisyros’un jeolojik yapısına ve adada 24 bin yıl önce yaşanan patlamanın hikayesine ilişkin bir film izledik ve kraterin çevresindeki süngertaşı, kükürt ve kil yataklarından çıkan volkanik minerallerin yer aldığı sergiyi gezdik.
Krateri tepeden görüntülemek için de iyi bir nokta olan, 400 metre yükseklikteki Nikia’nın manzara terasında bol bol fotoğraf çektik.
Zarif mozaikler döşenmiş minik meydana hakim konumdaki kiliseyi dolaştık, sonra da buradaki iki kafeden biri olan Nikola’da oturup, öğle yemeğini, ev yapımı limonata yanında keçi peynirli Yunan salatası ve mayonezli yoğurtlu patates salatası ile geçiştirdik.
Bize servis yapan Güler adlı Bulgar Türkü garson, Nikia’nın gördüğü ilgiye paralel olarak kendi işlerinin de turizm sezonu sonuna kadar çok yoğun olduğunu anlattı. Nikia köyünün aşağısında, sahil tarafında Avlaki adında görülmeye değer eski bir liman köyü bulunduğunu da öğrendik.
Sağanak bastırdı
Köyden 13.00 civarı ayrılıp, büyükbaş hayvanların ve az sayıda keçinin otladığı sekili araziler arasından geçerek Mandraki’ye döndük. Merkezdeki çarşıyı gezip sumada içeceği ve domates reçeli aldık. Büyükçe bir yel değirmeni ile dekore edilmiş Remezzo cafede oturup, yanı başındaki kumsalda dalgalar arasında eğlenen çocukları izledik.
Otele dönüp dinlenmeye çekildiğimizde rüzgarlı hava giderek sertleşip fırtınaya döndü. Gök gürültülü sağanağın bastırmasıyla ortalıktan el ayak çekildi ve yağmur dinip, beş çayı için tekrar Mandraki’ye indiğimizde nerdeyse tüm dükkanların kepenk indirdiğini, kafelerin ve lokantaların sandalyelerini kapalı pozisyona getirdiğini gördük. Oturacak yer bulamayınca otele geri dönerek lobide çay içip, Yunan adalarını anlatan dergileri karıştırarak vakit geçirdik.
Seramik çanakta kuzu
İkinci gün akşam yemeği için tekrar Paloi’ye gittik. İki lokantanın menülerine göz attıktan sonra yine ilk akşam çok memnun kaldığımız Aphrodite’de bu kez balık yerine et yemeye karar verdik. Menüden seçtiğim lamb kleftiko, seramik çanakta pişmiş sebzeli kuzu etinden oluşuyordu, biraz fazlaca yağlı ama lezzetliydi.
Eşimin tercihi ise biftekten yanaydı. Yunan salatası ve cacığın eşlik ettiği yemeği mehtabın doğuşunu izleyerek yedik. Hesapla birlikte ikram olarak gelen kayısı tatlısı ise içindeki bademiyle birlikte şekerleme gibi hazırlanmıştı. Aynı akşam adanın güney batısındaki Ag. Stavrou adlı manastırda geleneksel bir festival olduğunu öğrenmiştik ancak hava koşulları nedeniyle gitmekten vazgeçtik.
Sefer sayısı az
Ertesi sabah erkenden yola çıkmak zorundaydık, Nisyros’tan Kos’a her gün Dodekanisos gemisinin seferi olmadığından, tek seçeneğimiz olan Panagia Spiliani teknesine bilet almıştık. 6’da kalkıp, check out sonrası kahvaltı etmeden otelden ayrıldık. Teknede yemek üzere Piccoli kafenin yerel börek çeşitlerinden alıp limana gittik, kiralık aracı, aldığımız ofisin önüne bırakıp anahtarını da kapıdaki kutuya attık. Hareket saati 7.30 olan tekneye binip üst açıkta yaklaşık iki saatlik bir yolculuk sonrası Kos’un merkez limanına vardık.
Kos’un Nisyros’a bakan cephesinde yer alan Kardamena limanından tekneyle adaya yolculuk bir saat sürüyor. Havaalanı bulunmayan adaya Pire limanından ve Rodos’tan da gemi seferleri var.
Osmanlı dönemi
Nisyros Osmanlılar tarafından 1522’de St. John şövalyelerinin elinden alınmış ve 1912 yılına kadar Türk hakimiyetinde kalmış. Osmanlılar volkanik adayı yerleşime uygun görmemiş olmalı ki Kos’taki gibi kalıcı eserler ve izler bırakmamış. 1912’den sonra İtalyanlar adaya hakim olmuş. Ada 1948’de Yunanistan’a bağlanmış.
Dingin yaşam
Adada dükkanlar, kafeler, lounge bar ve restoranlar geç saatlere kadar açık olsa da, renkli gece hayatı yaşamak isteyenleri cezbedecek türden eğlence yerleri yok. Burada yaşam dingin, Kos’tan günübirlik gelen gemilerin Nisyros’a taşıdığı turistler akşam saatlerinde adadan ayrıldığında ortalık sessizleşiyor, herkes kendi kabuğuna çekiliyor.
Adada gelenekleri yaşatmak açısından en önemli etkinliği, 15 Ağustos’taki Meryem Ana Festivali oluşturuyor. 23 Ağustos’ta ise Meryem Ana Manastır Günü kutlanıyor. Mandraki’de Şövalyeler kalesine çıkan yol üzerinde bulunan Tarih ve Halk Müzesi geleneksel ada mutfağının bir modelini, çeşitli nakışları ve küçük bir fotoğraf koleksiyonunu barındırıyor.
Nisyros beşgen şeklinde ve yüzölçümü 41,6 kilometrekare olan küçük bir ada. Kıyı şeridi 28 kilometre olan adanın siyah kum ve çakıllarla kaplı sahilleri ve çalkantılı denizi uzun boylu plaj keyfine çok elverişli değil. Buna karşılık doğa yürüyüşlerini ve doğa fotoğrafı çekmeyi sevenleri mutlu edecek alternatifler bol.